Bismillah

Selam aleyküm

10 yıldır buralarda yoktuk, yeniden geldik elhamdulillah

Bâki muhabbetle 🌹

ömer…

emanetim

imtihanım

teslimiyetim

yiğidim

ömer’im

Cenab-ı Hak, tahtını – bahtını güzel eylesin

Sadat-ı Kiram’a sofi eylesin…

malum,

emanetsin…

09/09/2012 – Eskişehir / Ankara

yangın yeri

yüreğim yangın yeri bugün

25 yiğide mi yanayım

neden öldüler ona mı yanayım

al bayrak gibi akan kanlara mı yanayım

yanan anaların yüreğine mi yanayım

kan oturdu ciğerime, yüreğime

teslimiyet mi, tevekkül mü bilmiyorum

dua mı etmeliyim, rahmet mi okumalıyım

yüreğim yanıyor, yanardağ gibi

ey şehid oğlu şehid…

yüreğim yanıyor

06/09/2012 – Afyonkarahisar Şehitleri Anısına

hâl dili…

hal_dili

Zamanın Kutlusu Gavs-ı Sâni Hazretleri’nin huzurunda

Bir mürîdânın hâlinin dilinden dökülenler…

Dilinden, döktürülenler…

Ya Rabbi

Âlemlerin Rabbi

O görür

O bilir

O canlı

Dar vakit

Dünya tuzak

Beden, O’nun (c.c.)

Ruh, O’nun (c.c.)

Can, O’nun (c.c.)

Dar vakit

Yâ Rabbi

22/04/2012 – Menzil

viyana !

Viyana da gezerken yaban toprağı diyerek basıp geçmen

25000 şehit yatar, kanı ile sulamış Viyana toprağını

Viyana kuşatmasında, kuşatma esnasında, ordu iş başında

Ordu ile bir bölümü lağımcılar (tünel kazan askerler) da iş başında

Kazıyorlar şehri alt tarafından boylu boyunca

Bunu fark edince şehirde bulunan bir fırıncı usta

“Buldum diyor, Osmanlı askeri hemen altımızda”

Kazıyorlar yer yüzünden dibe doğru,

Ulaşıyorlar Osmanlı askerinin kazdığı tünel ucuna

Yakıyor veya patlatıyorlar isnafsızca

Dedeler şehit oluyor, şehadet şerbetini içerek

ve hala 500 kusür yıl geçmesine rağmen bu olay ile aradan

vergi dahi almıyor Avusturya Devleti fırıncının soyundan

ay çöreği (kuruvazan) diye çörek yapıp yiyorlar

al bayrağımdaki Al Bayrağım’daki hilalımı kast ediyorlar

şimdi biz mi yanalım Koca Sinan’ın başına sahip olamadık

bizim için şehit düşen Selçuklu Sultanlarının kemiklerini köpeklere yem yaptık !

Dut Ağacı / 12.04.2012

söz – nfk

 

Sözde İslâm… Bir ferdi bir ferdine kaynamaz;
Bu halle, utanmadan, camide saf saf namaz!

Necip Fazıl Kısakürek

TİKA

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı

www.tika.gov.tr

Yeni şeyler göreceğiz…

 İnşallah…

yirmibeş 2

 

Akıllı olun ! Partiye meyletmeyin !

Hizmete kesinlikle nefis ve siyaseti sokmayın.

                                                                                                                           Gavs-i Sâni (Kuddise Sirruh)

Muhsin Yazıcıoğlu Ne Dedi ?

MUHSİN YAZICIOĞLU NE DEDİ?

Ülkücü Harekâtın liderlerinden Muhsin Yazcıoğlu ile yapılan röportajda O Gönül Sultanı (Merhum Seyyid Muhammed Râşit Erol) ile ilgili ilginç hatıralara hep birlikte göz atalım:

— Sayın Yazıcıoğlu, Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz. (k.s.)’leri ile ilgili ilk karşılaşmanızı anlatır mısınız?
M. Yazıcıoğlu: Kendisini 1970’li yıllarda uzaktan görmüştüm. O zamanlar çok yakın bir temasımız olmamıştı. Ancak, 1987 yılında Menzil’de kendisiyle görüşmek nasip oldu. Kendisiyle uzun uzun göz göze geldik. Elbette o manevi derinliği ve manevi atmosferi daha ilk bakışta yaşadığımı söyleyebilirim. Benim ilk karşılaştığımdaki intibaım hep tasavvuf kitaplarında okuduğumuz ama ulaşamadığımız, yaşayamadığımız, hissedemediğimiz güzel duyguları yaşama ve hissetme durumunda oldum. Orada benim yarım saatlik hemen hemen yarısı sessiz geçen, bir o kadarı da çeşitli konularda görüşlerine başvurduğumuz ve dinlediğimiz an olarak geçti. Akşam kendilerinin emirleri üzerine bizi Mübarek Divanı’nda misafir ettiler.


— Efendim, bu esnada sizin M. Yazıcıoğlu olduğunuzu biliyorlar mıydı?
M. Yazıcıoğlu: Çevredeki sofiler benim olduğumu söylediler. Ama ben cezaevinde iken manevi olarak da irtibatımız oldu. Bazı sofi kardeşlerimiz aramızda haber akışı sağladı. Bu sebeple bizi hem ismen biliyordu, hem de biz cezaevinde iken muhtaç olduğumuz dualarını daima aldık. Kendisine misafir olduğumuz gecenin sabahında, namazdan sonra camiinin dışında büyük bir kalabalık toplanmıştı. Kendileri kalabalık içinden geldi ve beni çağırdı. Bir kenara geçtik. Elini omzuma koydu ve bana güzel bir hikâye anlattı.

— Hikâyeyi dinleyebilir miyiz?
M. Yazıcıoğlu: Buyurdular ki:
”Bir zatın iki tane oğlu varmış. Kendisi vefat ederken bunlara üç küp altın bırakmış. Çocuklarına ”Bu küp altınların birer tanesi sizin. Üçüncüsü de dünyanın en ahmak adamının” diye vasiyyet etmiş. Babalarının vefatından sonra bu iki kardeş çok yer dolaşmışlar. Kimi bulsalar bundan daha ahmağı çıkar düşüncesiyle dolaşıp durmuşlar. Çünkü dünyanın en ahmağını arıyorlar. Küçük kardeş bir şehirden geçerken bakıyor ki, bir zatın sakalının bir tarafını yülümüşler, bir tarafı duruyor. (Hatta o, sakalın bir tarafını yülümüşler sözünü söylerken mübarek biraz düşündüler. Tıraş kelimesi sonra aklına geldi, ondan dolayı gülmüştü…) O adamı ayrıca merkebe ters bindirmişler. Kuyruğunu da eline vermişler. Boynuna tezek takmışlar, etrafına çıngıraklar asmışlar. Ve kendisini def, davul çalarak, halkın arasında dolaştırarak rezil rüsva etmişler. O zaman bu küçük kardeş oradaki insanlara sormuş; Bu adamın ne suçu vardı da bu kadar eziyet ediyorsunuz? Cevaben; herhangi bir suçu yokmuş demişler. Bir suçu olduğundan dolayı değil bizim burada adet olduğu için yapıyoruz. Küçük kardeş nedir âdetiniz demiş. Cevaben; bu adam buranın valisi idi. Belli bir süre valilik yapar sonra süresi dolduğu zaman bunu tahtından indiririz. Halkın arasında böyle dolaştırırız. Öbürünü de Törenle tahtına oturturuz dediler. Bunun üzerine küçük kardeş; peki şimdi tahtına törenle oturttuğunuz süresi bittikten sonra aynı bunun gibi halkın arasında dolaştırılacak mı diye sormuş. Onlar da evet demişler. Küçük kardeş hemen eve gidip babasının vasiyet edip verdiği bir küp altını alıp gelmiş. Getirip valinin önüne koymuş. Valiye, bu küp altın babamın vasiyeti üzerine sizin şahsınıza aittir. Yani devlete ait değil. Siz kendi şahsınıza kullanacaksınız. Vali, ama ben sizin babanızı tanımıyorum demiş, küçük kardeş evet, babam da sizi tanımazdı. Zaten bize vasiyet etti ki, dünyanın en ahmağını bul ona ver diye. Vali hiddetle oturduğu koltuğundan kalkmış ve demiş ki, ben koca bir valiyim. Nasıl olur da dünyanın en ahmağı olurum. Küçük kardeş, sizin bir sene sonranızı görüyorum. Bu valilik dönemi bittikten sonra size şöyle şöyle yapmayacaklar mı, sen kendin de böyle olacağını biliyorsun. Bunu bile bile buraya oturmak ahmaklık değil mi demiş.
Bu hikâyeyi anlattıktan sonra elime omzuma vurdu. Dedi ki:
”Manevi rütbelere talip ol. Yoksa insanlar alkışlarlar sonra da taşlarlar. İnsanlara güvenme, önemli olan manevi rütbelere talip olmaktır…”

Tabii ben o zaman acaba siyasete hiç bulaşma anlamında mı söylüyor diye düşündüm. Kendilerine bir vakıf kurduğumuzu söyledik. Vakfa çok sevindi. Vakıf faaliyetlerinin yararlı olduğunu ifade etti. Ayrıca siyasi düşüncelerimi kendilerine aktardım. Bize ”Bu işin çilesini, sıkıntısını çekmişsiniz. Bu sizin bileceğiniz yanıdır. Faydalı olabileceğinize inanıyorsanız yapabilirsiniz.” dediler. Yani o zaman siyasetin acımasızlığını, insanların güç ve kudrete karşı zaaflarını dikkate alarak siyaset yapmamız gerektiğini ifade ettiği manasını çıkardım.

— O günden bu güne birçok görüşmeleriniz oldu. Bu görüşmelerden size kalan hatıralarınızı ve kendisinin tavsiyelerini anlatır mısınız?
M. Yazıcıoğlu: Tabii bunların bir kısmı söylendiği yerde kalması gereken hatıralar, yaşadığımız anda kalması gereken hatıralardır. Ama ben kendisinden hep güç bulmuşumdur. Bizim için manevi bir kuvvet olmuştur. Yalnız üzüldüğüm bir yanı var, o da son Ankara’ya gelişlerinde kendilerini Pursaklar’da ziyaret ettiğimizde bizi akşam eve davet etmişlerdi. Akşam biraz geç olduğu için istirahata çekilmiş olduğunu düşünerek, evi arayıp rahatsız etmek istemediğimizden gidemedik. Bir daha görüşmek de nasip olmadı. O akşam gidemediğimiz için hala üzülüyorum.

— Evet efendim…
M. Yazıcıoğlu: Siyasi Karar Kurultay’ımızdan önce Türkiye’de bildiğimiz gönül dostlarını ziyaretlerimiz oldu. Bunlara gayretlerimizi anlattık. Yani aklımız ve baş gözümüzle tayin ettiğimiz hedefleri bir de gönül dostları nasıl görüyor diye düşünerek bu zatlarla meşveretlerimiz ve danışmalarımız oldu. Bu meyanda Seyda (k.s.) Hazretleri ile de hassaten görüşmüştük. O görüşmemizde kendisi ”Toplayın, toplansınlar, konuşun, tartışın, orası nasıl karar alırsa öyle hareket edin” dediler. Hatta yakından ilgilendiler. Ne kadar insan toplanabilir ve kalabalıklar nasıl olur hususunda sorular sordular. Kurultay sonrasında kendilerine kamuoyunun beklentilerini anlattık. Kamuoyundaki birlik hususundaki özlemleri aktardık. Bu hususta kendileri de ihlâsınızı bozmayın siz, ihlâsınızı bozmamak kaydıyla birliktelikler yapabilirsiniz. Ama birlikteliğiniz ihlâsınızı bozacaksa o zaman kendi istikametinizde devam edin gibi görüşler ortaya koydular.

— Son cümle olarak neler söylemek istersiniz?
M. Yazıcıoğlu: Baktığımız zaman gönlümüzü rahatlatan, manevi hazzımızı artıran, bize manevi iştah getiren bir Mürşid-i Kamil’di. Dolayısıyla bizim manevi dünyamıza çok güzel, tarif edemeyeceğimiz tesirleri var. Allah ondan razı olsun. Seyda (k.s.) Hazretleri ve cümle Allah dostları bizim manevi ışıklarımızı. Biz onlarla görebiliyoruz. Onun bu âlemden ebedi âleme gidişi bizi çok üzdü. Allah dostları her zaman manevi tasarruflarıyla da bizi kuşatırlar. Cisimleri yanımızda olmasa da bize manevi rota verirler. Onlar birlik sembolüdür. Onlar tevhidin nurlu aynalarıdırlar. Biz onlardan yansımalar alırız. O, gönüller sultanı idi. O Sultan-ı Müslümiyn’di. O şimdi Allah’a ve Allah’ın sevgilisi Hz. Resulullah (S.A.V.)’a kavuştu.
Allah rahmet eylesin.
 
Araştırmacı Yazar
Alperen Gürbüzer

yirmibeş

 

Siyaset konuşulan yerde ya susun yada orayı terk edin.
Hangi parti olursa olsun konuşursanız Sâdâtlar bundan razı değildir. 

                                                                         Gavs-ı Sâni (Kuddîse Sirrûh)

emanet

alemlerden aleme geçiş var

alemlerden aleme emanet var

köroğlu ile ayvaza emanet var

muhabbet var

aşk var

m u h a b b e t l e r i y l e

inşallah…

oran & orantı…

Hayatımda matematik çok yer işgal etmişti, ediyorda… hep uzaklaşmak istediğim ilim olmasına rağmen bir türlü peşimi bırakmayan, yoğun mücadele sonucu kendini sevdiren bir ilim… bu ilimden bir konu geldi aklıma, oran & orantı… daha sonra manevi hayatımızdaki oran ve orantılar geldi nedense… bunları sizlerle paylaşmak istedim… evveli halim gibi, matematiğe alerjisi olanlar için bildireyim. İki durum aynı yönde ilerliyorsa doğru, aksi yönde ilerliyorlarsa ters orantı deniyor… buyrun manevi oranlara…

 

sadaka ile bela ters orantılı

edeb ile âdab doğru orantılı

rabıta ile edeb doğru orantılı

şükür ile nimet doğru orantılı

ihlas ile riyakârlık ters orantılı

çok laf ile yalan doğru orantılı

çok mal ile haram doğru orantılı

hizmet ile himmet doğru orantılı

zikir ile kalp huzuru doğru orantılı

kurban ile teslimiyet doğru orantılı

vird ile tespih taneleri doğru orantılı

tevekkül ile materyalizm ters orantılı

zekat ile mal temizliği ve çokluğu doğru orantılı

 

bu örnekler gibi mâneviyatımızdaki oranları ve orantısızlıkları sıralamak mümkün… Mevlam c.c. herkese imân oranı yüksek bir hayat ve bu oranla göçmeyi nasip eyleye… amin…

 

dut ağacı

kayıp

canım sıkkın bugün

uçukladı dudağım

ellerim kaşınıyor ve titriyor

bir garip terennümler arasındayım

canım sıkkın bu hafta

sizi görmek istiyorum her tarafta

ama ne gelen var ne giden

suyu çekildi yüreğimin, kurak-çorak sazlık gibi

ne sivrisineği kaldı, ne kurbağası, ne yılanı…

canım sıkkın bu yıl

size uzaktayım, sanki mesafe… yıl .

özlüyorum, çok özlüyorum

özlerken bile taklit ediyorum diye kendime kızıyorum

ama taklit bile edemiyorum

taklidin taklidine yapışayım diyorum

utanıyorum

günden, haftadan ve yıldan

ıraktan ve yakından

sivrisinekten, kurbağadan ve yılandan

Sizden utanıyorum

kovandan, petekten ve arıdan utanıyorum

hani diyor ya şair; yüzüne bakacak yüzümüz kalmadı…

ne yüz kaldı, ne astar

utanıyorum iki metrelik cepsiz ve dikişsiz bezden

sahte beyaza bürünmüş lekesiz kefenimden

gönlümü aramaya çıktım dün

bağırdım, çağırdım

ellerim arkada volta attım

şimâle sordum, garba sordum…

gönlüm, gönlümde değildi

taklit zannettiği bir yere gitmişti

şarka gidemedim, ırak geldi

ırağa gidemedim, soramadım, utandım yine

ey gönlümü kaptırdım diye kendimi avuttuğum

ey başımı kaldırıp bakamadığım

ey ellerini tuttuğumda ömrüme ömür katan

ey her kapısına geldiğimde misafir kılan Sevgili !

kabımı kayıp ettim

bilmiyorum ne halt ettim !

ey gönül Kâbesi, maneviyat bağçesi !

affınızla…

gönlüm Siz’de mi?

15/10/2010

yolcudan hancıya

uzunca bir yoldan geldim

hatta yollardan da diyebilirim

karanlığı da vardı, aydınlığı da

kâh boran savurdu deli yelini,

bıçak gibi sapladı sineme kar tanelerini…

kâh güneş indi tepemize, sanki iki mızrak boyu

beyin kaynatan sıcaklığıyla…

yol uzun, yolcu bertaraf oldu…

tasdik ettiği hancıyı arzuladı, arzular da

utandı yolcu

yazıyı kesti

şükür binlerce ramazan evveli şükür

boranına, karına, güneşine, suyuna…

af, medet, yardım, himmet, şükür, sabır

hepsi yağmur gibi olsun bize

yağsın şakır şakır…

Dut Ağacı

onsekiz mart

Bugün 18 Mart 2010

Alnımızın akı, dedelerimizin nişânı Çanakkale Zaferi’nin 95. Yıldönümü…

Aynı zamanda Şehitler Günü…

Zaferimiz, şehidimiz, gururumuz, milletimiz, devletimiz, imânımız, itikâdımız, kan kokan topraklardan bahsetmeyeceğim. Bahsetmeyeceğim çünkü yeterince bu konularda bilinçli olmamız lazım. Bu olmazsa olmazımız bizim. “Ben vatanımı milletimi seviyorum, canım feda olsun” diyen her vatanperver bunları bilmek zorunda.

Bugün dikkatimi çeken yada beni derinden üzen, ülkemizde büyük kamuoyuna sahip olan ulusal basının 18 Mart tavrı yada ne anlayışı.

18 Mart 2010 Perşembe günü gazetelerine ulaşabilenler, yada internetten bakabilenler baksınlar. “Türkiye’nin En Çok Satan Gazetesi” edasıyla caka satan bir sürü gazete bu Büyük Zafer Şerefine iki satrını bile ayırmamış…

Reklam olmaması bâbıyla bu kutlu günden bahseden gazeteleri tebrik ve teşekkür ediyorum. Gururla dedelerinin, dedelerimizin şerefini, milletimizin alın akını sür manşetten basmışlar, helal olsun… Güzel, duru, yaşlısına-gencine hitâb edecek şekilde de yayımlamışlar. Ama derdim basmayanlar yada basamayanlarla benim.

Çok değil daha, 10 gün öncesi, yani 8 Mart 2010 Pazartesi günü Dünya Kadınlar Günü olarak kutlandı. Yine mevz-u bahis gazeteler bir yığın hanımefendinin yaptığı çeşitli etkinlikleri, yürüyüşleri, mitingleri, söyleşileri yazdılar sayfalarca… Birkaç hafta evvelinden başlandı, daha birkaç gün önce bitti bu yaygara… Elbette güzel bir gelişme. Bir ülkenin gelişmişliği, sivil toplum örgütlerinin çokluğuyla bilinir derler. Buna en güzel örnek Osmanlı’dır zaten. Vakıflarıyla, külliyeleriyle, âhileriyle…

Ama garibime giden Dünya Kadınlar Günü haberlerinde bol bol okuduk, beyfendinin katlettiği, dövdüğü, sövdüğü, saçından sürüdüğü, hanımefendinin yıllardır gördüğü eziyeti yürek burkukluğuyla okuduk… Yada okuduk cinnet geçiren hanımefendinin 8 Mart günü kocasını darp etmesini, çocuğuna bilmem ne yapmasını… Bugün oldu, akşama baskıdan çıktı haberler. Türkiye’nin bir ucundaki olaydan, öteki ucundaki, beklide ömründe bir daha hiç görmeyeceği insanların haberi oldu aile içi olaydan… Kırılan kol yende kalır derler atalar. Ama bu kol gazete sayfalarında kaldı ve okudu tüm yurdum insanı, şahit oldu…

8 Mart günü doğan kız çocukları şanslı sayıldı o gün, o gün evlenenler bu husustaki temennilerini belirttiler, sağolsunlar… ne münasib günde evlendiler ya !

Tüm medya kulak kesildik, acaba bugün hangi hanımefendi dayak atacak, yada dayak yiyecek diye… O gün hanımefendiden dayak yiyen erkeklerde birbirini kovaladı. Tüm ülke bunu yukarıda zikrettiğim gazetelerden okuduk, okuttular…İşte bunlar garibime gidenler.

250000 bin kişi kanını akıttı orada. Allah c.c. için kanını dökenler müstesna, birde karşı taraftan ölenler vardı. Çok değil yahu, daha asır değil, 95 yıl önceydi. Bu insanlar bir hayır duayı, bir ilgi-alakayı, bir hayırla yâd edilmeyi, belki gidip oralara ziyaret edilmeyi, geride kalanlarına sahip çıkılmasını, fâtihayı, yâsini, âmmeyi  hak etmediler mi?

-Ettiler ya, etmezler mi hiç?

Yok. Etmediler. Torunları olan bizler, onları da silip attık tarihimizi, geçmişimizi, ecdadımızı silip attığımız gibi… Osmanlı’dan dem vuranlar, dedesini unutmuş, kaldı ki üç-beş nesil ilerisini hatırlasın…

Onlar hak etmediler, biz onları günlük gazete manşetine bile lâyık görmedik. Görmediğimiz gibi umrumuzda da olmadı açıkçası… Ölmüş gitmişler işte, kime ne?

Yarın çocuklarımız Çanakkale Savaşı’ndaki Anzak, Yunan, İngiliz, Fransız Askerlerinin kahramanca savaştıklarından bahsederlerse şaşırmayın… Çünkü onlar bizden bile daha iyi hayırlıyorlar hem dedelerini, hem dedelerimizi…

İşte buna çok üzülüyorum, acizâne…

Yine mez-u bahis gazetelerdeki köşe yazarlarına takıldı gözüm. Bilmem kim meşhurunun tivittır saçmalığında yazdığı mesaj yorumunu yapanlar, ülke aydınını yerden yere vuranlar, özgürlükçüyüz yaygarasıyla zülmu alkışlayanlar, canı o gün ne istemiş, neden nefret etmişse gün gün köşesine aktaranlar, soy adı gibi Hakan olamayanlar, Hâkan olan şehidlerden bahsetmediler / bahsedemediler nedense…

Ara sıra rahmetli, nur içinde yatası Mehmed Âkif Ersoy ile Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in devrin –sözümona aydınlarıyla  –  yaptıkları atışmaları okurum. Çok sivri konuşmuşlar derdim, hayıflanırdım biraz…

Ama bu duyarsızlığa, lâkaidliğe, gevşekliğe, sululuğa sivrilmemek mümkün değil…

Anasını, atasını, dedesini, devletini, milletini, ecdanını, şehitlerini bilen bir nesil olmamız ve kalanlara aksettirmemiz temennisiyle…

Dut Ağacı

18 Mart 2010 Hatırasına

ağıt

şu dünyada bir nesneye

yanar içim, göynür özüm

yiğid iken ölenlere,

gök ekini biçmiş gibi…

 

Hz. Yunus Emre (Kuddîse Sirrûh)

Cengiz abim anısına…

dut ağacı

15/03/2010 – Bodrum

hasret

çok laf gelmiyor aklıma

ateşten suyun gönül kabına akması gibi birşey

kimi bu ateşi dua ile söndürüyor

kimi himmet dileniyor

kimi vuruyor sırtını çimenlere, çekiyor “Dağlar seni delik deşik ederim…”

delik deşik olmuyor dağlar, aksine biz oluyoruz,

kışla delik deşik yürekler pazarı oluyor…

ertesi güne ümitle kalkıyorsun,

kalkıyorsun sadece…

Ey Âlemlerin Rabbi Olan Allah’ım…

geniş eyle gönlümü, kolay eyle zamanı ve mekanı…

Efendimiz Hz. Hâbibin (s.a.v) hürmetine…

Sadat-ı Kiram hürmetine…

03/01/2010

Bodrum

vatan borcu

BAYRAK VE ASKER

 

Asker diyorlar şimdi bana

Dörtbin yıllık, atam mesleği…

Helal eyleyin hakkınızı bana

Vatan borcu, her yiğidin dileği…

 

30/10/2009

 

Dut Ağacı

bıçak sırtı

 bıçak sırtı

 

Yaratılmışa, yaratılmış tarafından tanındığı varsayılan özgürlük,

Bir diğer yaratılmıştın, Yaratan’ına karşı olan kudsîyetine tecavüz hakkını tanımaz ! …

 

25/10/2009

Bir Yaratılmış; Dut Ağacı

sûi zan

beni evhamlı sanıyorlardı… hayır !

ben, sadece gafil değilim, o kadar !

Sultan Abdülhamid-i Sâni (Kuddîse Sirrûh)

kayıp gül

kayıp gül

Yeni okuduk Sayın Serdar Özkan’ı, cihetiyle romanlarından birini… Güller diyârının gaybını, gönül ile nefis çekişmesinin arasındaki hazreti insanı…

Başından itibaren hazin bir hikâyede sürüklenip, ikiz kardeşlerin birbilerine kavuşmasını beklerken, nereden bilebilirdim biri nefis – biri vicdan imiş… Ne bileyim nefsin ve vicdanın çekişmelerinden ibaretmiş… Nefs-i islâha farklı bir bakış açısı… Tasavvuf bu işin özü…

Türklerin Küçük Prensi, tüm dünyayı büyülüyor…” sözüne merakımdan okumuş idim… Sayın Serdar Özkan bu hususta kendini mi kast etti bilemedim : ) Gün olurda karşılaşırsak sorarım, sorunca söylerim…

İyi okumalar…

elif

elif

 

Elif Allah (c.c.)…

Mim Muhammed (sav)…

Tez Selamet…

 

Bu da nedir demeyin hemen. Duâdır bu… Osmanlı insanının yüzyıllardır söylediği, zamanın ahirinde pek bilinmeyen bir duadır…

 

Rahmetli babaannem söylerdi bu duayı, kızardım küçükken kendi aklımca.

Neden Cenab-ı Hakka “elif” ismi diyordu ki? Neden Efendimizin (sav) başına “mim” eklemişti? Sonra “selamet” te kim oluyordu? Sorular sorular…

 

Yıllar sonra idrak etmek nasip oldu bazı şeyleri, himmetleriyle, elhamdülillah… 

Elif Allah (c.c.)… Mâlumunuz “elif” Arapça alfabenin ilk harfi. Mutâsavvıflar, Hattatlar ve Ebrûzenler Cenab-ı Hakkı simgelemek için “elif” harfinı kullanırlarmış. Elif tekliğiyle, alfabenin, fâtihanın, ilk ayetin başı oluşuyla özelmiş… Hattat çalışmasını bitirdiğinde elifi ya en başa, yada en ortaya koyarmış ki, bir bayrak gibi dalgalansın… Ebrûzen özenle döktüğü lâle motifi üzerine elif işlermiş ki, Mutâsavvıf saatlerce o resme bakıp tefekkür âlemlerine dalarmış… Elife doğru yatılmaz, ayak uzatılmaz, alelâde yerlere asılmaz imiş… Elif duruşuyla kıyamdaki âdemi simgelermiş ki, Habib-i Zişân Efendimizin (sav) özel duasıyla mashâr olunan bir zikir imiş…

 

Mim Muhammed (sav)… Mim, Hazreti Rasurullah Efendimizin (sav) ism-i şeriflerinin Arapça yazılımındaki ilk harftir… Duruşuyla kıyamdan sonra secdeye varan âdemi simgelediği söylenir mimin… Nasıl ki cennet kapıları üzerinde İsm-i Celâl ile zikredilmişse Efendimizin (sav) ism-i şerifi, burada da ayrılmamıştır…

 

Tez Selâmet… Kul daralmadıkça Hızır (a.s.) yetişmez der büyükler… Daraldığında, bunaldığında, bolluğunda çalacağın kapı tektir… Duâdır bizi ayakta tutan, gönülleri geniş eyleyen… Duâda kurtulmak, sâlim olmak, korkulardan ve fenalıktan kurtulmak, dahası  imânını hırsıza kaptırmamak ve sonuçta imân ile göçebilmek için bir duadır…

 

Bir güzelliği şudur bu duanın. İlk önce zikredilen Cenab-ı Hakk’ın ismidir, ardına Habib-i Zişân Efendimiz’in (sav) ismi gelir… Bunu zikredince insan artık talebinde bulunur, duasını eder… Besmele-i Şerîfesiz ve Salâvat-ı Şerife’siz bir dua ne kadar makbuldur ki ecdâd bunun edebsizlik olduğunu iyi  bilir…

 

Şu kadar çekersen, şu vakte kadar dileğine kavuşursun efsaneleri de yapılmış bu duâ üzerine… İnanmadım duyduğumda… İstemesini bilene Cenab-ı Hak hazine kapılarını açacaktır, muhakkak… Zirâ İslâmiyet Hazinesinin tâ içindeyiz elhamdülillah… Nakşibendi ve Hanefî nimetleri ile şereflenmişiz, elhamdülillah…

 

Rahmetli babaannemi yâd ederek, şöyle 300-400 yıl evveli İstanbul’unu düşünerek, gönlümdekileri gönlümde zikrederek diyorum bende…

 

Elif Allah (c.c.)…

Mim Muhammed (sav)…

Tez Selamet…

 

29.09.2009

Dut Ağacı 

yeniçeri

yeniçeri

Hakan Kağan’ın kaleminden eşsiz bir 18. yüzyıl Osmanlı anektodu. Yeniçeri Ocağı isyanlarının perde arkası… Perde arkası çünkü bize öğretilen tarihten daha başka şeyler mevcut. Sanki günümüz olaylarının ikiyüz yıl evveli… Bir Seyyidin Sultanla diyaloğu ve olaydaki tasavvufî boyutlar…

Kıraat ederken elinizde olmadan kapılıyorsunuz kitabın sürükleyici sularına. Tasavvur ediyorsunuz o zamanı, hâli, ahâliyi, ahvâli…

Ve Fitne… Durmamış şimdi durmadığı gibi. Devlet-i Âli Osmaniye, tehlikede… ve bıçak gibi Hünkâr huzurunda söylenen söz…

“kılıç kından çıkmadıkça, kurt sürüsü hizâya girmez, sultanım…”

iyi okumalar…

ey kalem!

baba-ogul

Ey kalem!

Kırıl. Kırıl ki çiçek gibi taptaze varlıklarıyla ferahlık verirken ölümün merhametsiz pençesine düşmüş olan nice ünlünün ve büyüğün halini yazıyorsun da okuyucuların gözlerinden akan yaşların artmasına sebebiyet veriyorsun.

 

Ey babasını kaybetmiş çocuk!

İçinde yaşadığımız bu fânî âlemi bâkî mi sandın ki babanın yokluğundan bu kadar üzüntü duyuyorsun? Acaba dünyada kendisini terbiye edecek varlık sebebi olan babasından ayrı kalmış sadece kendini mi görüyorsun? Öyleyse pek yanlış bir düşünce!…

 

Hayat, bir çizgi gibidir. Hayatı ebedî zannedenler, çok çabuk yok olacak yıldızları daima parlayacak zanneden cahiller zümresine benzerler.

 

Ey masum!

Ağlama ki bugün elden çıkardığımız o değerli, o saygın kişilerle bir âlemde yine görüşeceğiz. Yine huzurlarında bulunma şerefine ereceğiz, kardeşim!…

 

İki Aşk Çiçeği

Ömer Nasuhi Bilmen

râbıta

rabita

kıl râbıtayı, şenlensin bu mesken-i cürm olmuş gönül,

nurlansın, bağlansın, canlansın ehl-î gönül elinde gönül…

2008

Dut Ağacı

 

gözler

cihan_guzeli

“gözlerim yeterli değil, daha yüzlerce göz bulmalıyım,

ödünç almalıyım da seni seyretmeliyim…”

Divân-ı Kebir

Hazreti Mevlana Celâleddin-î Rumî (Kuddîse Sirrûh)

vakıf

vakif

vâkıf olmak için, var git vakfa,

umulur ki, vakfoluruz Yaradana (c.c.)…

2008

Dut Ağacı

muhâsebe-i aşk

muhasebe-i aşk

gönlümü koydum ortaya

sermaye olarak,

destekledim sermayemi

sana olan hasretimle.

hasretim hep büyüdü,

belliki bu şirket kararınca yürüdü…

üç defter talep ettiler;

defter-i kebir, yevmiye ve envanter.

her sayfasına “sen” işledim.

ha birde bilanço var,

hani şu yıl sonuna tekabül eden

sonuç; gene “sen”…

çift taraflı kayıt sistemi uygulamalıymışım,

hani “T” sistemi diyorlar prosedürde,

bu sefer böldüm bütün sayfaları ikiye,

girdisi sen, çıktısı sen…

kârımı merak ediyorsun değil mi?

“sen…”

2007

Dut Ağacı

üçler

 

Allah c.c. için atılmış üç adım

bu yolda yürümek ve ölmektir muradım

ölen ten imiş ve mahkum olmuş kadere

cesedin boynuna atmışlar bir cürümden ilmek

karar; çürümek…

 

Allah c.c. için yenen üç lokma

helaldir çabamız bu uğurda

herkese nasip olmaz böyle nimet

salihâne geçer inşallah zâd-ı âhiret

 

Allah c.c. için edilen üç kelâm

sayılıdır âdem ömründe böyle beyân

hâl nic’ola onlarsız el’aman

kılmasın bizi Sadatlardan ırak Er-Rahman

 

hâlidi

 

kutlu mekan

niyet-i hâlis alınca,

kutlu mekâna varınca,

halka olunca,

âdab durunca,

göz yumunca,

baş eğilince,

gönül bağlanınca,

 

estağfirullah çekince,

umrunda olmayınca kimse,

vur gemi nefse!

 

himmet kurban, yol senindir!

gayret sofi, can senindir!

inşallah ki, himmetleriyle…

 

hâlidi

on beş inci

incilerin on beşi!

gönüllerin güneşi,

alemlerin sevinci,

Gülümüz, Sen’sin Sultanım…

 

açılır huzurda rahmet,

eyle bize gani himmet,

huzura varan, olmaz hezimet,

Gülümüz, Sen’sin Sultanım…

 

içimdeki sönmeyen nâr,

gönül sürurusun ey yâr,

kıl bize ziyâde nazar,

Gülümüz, Sen’sin Sultanım…

hâlidi

o’nu anmak

Müslümanların emellerini kendisinde toplayan,

Kurtulmuş olanların kutbu,

Muttekilerin tutanağı,

Tevekkül edicilerin vesilesi,

Müslümanlarda cömertlik ve keramet sahibi,

Mütevazilere muhabbeti çok olan,

Şeriatın ve Nakşibendi Tarikatı’nın sahibi,

Efendim,

Şeyhim,

Dayanağım,

Bağlandığım,

Ve güvencim üzerine olan,

Ve sebebi iftiharım,

Her türlü yardımı kendisinden aldığım,

İki göz bebeğim,

Efendimiz Şeyh-i Kâmil ve mükemmil,

Serverimiz Bilvanisli Hazreti Eşşeyh Seyyid Abdülbâki Elhüseynil Buhari (k.s.)

 

Allah (c.c.) O’nun yüksek sırlarını ali kılsın. Ruhuna vasıl eyle

geliyor

 

 

 

 

 

bugün yâr geliyor

ıraklar yakın oluyor

gönüller şen oluyor

bugün yâr geliyor

gözüm, gönlüm aydınlığı geliyor

hâlidi – 15.08.2008

maden…

sems.jpg

eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum,

eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben,

Menzilli Gavs’ı (k.s.) gördüm göreli…

hâlidi